amerika gazete haberleri haberler
Tarih

Ayasofya’nın Tarihi! Tarihi Süreçte Ayasofya!

Türk ve İslam medeniyeti için, seviye olarak muhteşem güzellikte bir mimariye ve sanata ulaşmış cami medeniyeti de denilebilir. İslam fetihleri ile birlikte Müslüman toplumların ulaştığı yeni toprak ve yaşam alanlarında öncelikli olarak inşa edilen yapıların başında mescid ve camiler gelmektedir. Özellikle camiler bu dönemlerde sadece ibadethane olmanın dışında hem siyasi bir sembol hem de külliye olarak inşa edilmeleri nedeniyle de birçok farklı fonksiyona sahip sosyal yapılar olarak karşımıza çıkmaktadır. Türk – İslam kültüründe camiler inşa edilirken sadece ibadethane olma özelliği düşünülmemiş aynı zamanda camilerin içerisinde ve bitişiğinde inşa edilen yapılar ile önemli merkezler olarak tasavvur ve tahayyül edilmişlerdir. Camiler, medrese yapıları, imaret, hamam vb. çeşitli sosyal yapıları ile bir bütün olarak oluşturulmuşlardır. Bu nedenlerle İslam kültüründe camiler her zaman değerli ve belirli bir amaca hizmet eden yapılar olmuştur. İnşa edilirken çok kullanışlı olması düşünülmüş, aynı zamanda da dönemin en güzel mimari ve sanat örnekleri olarak planlanmışlardır. Bu anlayış ve incelik tasavvuru neticesinde günümüze ulaşan veya ulaşmayan ve her biri birer şaheser olan camiler başta Endülüs, Suriye bölgesi ve Kutsal topraklar, Güney Afrika, İran havzası ve Anadolu dâhil olmak üzere muazzam genişlikteki İslam coğrafyasında inşa ve tesis edilmişlerdir.

Tarihte İslam medeniyetinde olduğu gibi Hıristiyan devlet ve toplumlarının tasavurunda da bu anlayış ile inşa edilmiş kiliseler göze çarpmaktadır. Hıristiyan inancına mensup devletler de şehrilerinin merkezi konumlarında inşa edilen büyük kiliseler ile hem dini hem de siyasi ve sosyal yapılar oluşturmuşlardır. Ortaçağ boyunca İslam devletleri ile Hıristiyanlığı temsil eden Batı devletleri arasında meydana gelen savaşlarda galip gelen taraflar tarafından bir çok cami veya kilise dönüştürülmüştür. Camiden kilisiye veya kiliseden camiye şeklinde olan bu dönüşüm işlemi ekseriyetle galip tarafın kendi siyasi gücünü kanıtlama ve üstünlüğünü ispatlama amacı ile gerçekleştirdiği bir işlem olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim başta Haçlı Seferleri olmak üzere  Anadolu ve Suriye bögesindeki birçok caminin yıkıldığı veya kilise olarak dönüştürüldüğü bilinmektedir. Bu minval üzere Türk ve İslam devletleri de fethettikleri topraklarda bulunan birçok kiliseyi de camiye dönüştürmüş ve bu şekilde insanların hizmetine sunmuşlardır. Özelikle bu dönüşüm kazanılan bölgelerin en büyük şehirlerinde bulunan kadim ve büyük cami/kilisilerin dönüştürülmesi ile uygulanmıştır.

Tarihimizde başta müslümanları ve bütün insanlığı ilgilendiren dönüşüm ise 1453 yılında İstanbul’un Müslüman Türkler tarafından fethi ile gerçekleşmiştir. Osmanlı sultanı II. Mehmet’in o döneme kadar haklı bir üne sahip olan kadim imparatorluk Bizans’ı yenilgiye uğratması ile tüm dünyada siyasi ve dini dengeler değişmiş oldu. Müslüman Türk devleti yeryüzünün en önemli şehirlerinden biri olan İstanbul’u ele geçirmiş, kadim Doğu Roma imparatorluğunu inkiraza uğratmış ve kendi imparatorluğunu tesis etmişti. İnsanlık tarihindeki bu büyük dönüşüm bütün dengeleri değiştirmiş, siyasi, sosyal ve dini olarak yeni bir dünyayı ve hâkimiyeti esas kılmıştı. Hem bu büyük değişimin bir gereği olarak hem de siyasi ve dini bir gereklilik olarak Fatih Sultan Mehmet, İstanbul şehrinin en köklü ve büyük kilisesi olan Ayasofya’yı camiye çevirmiş ve vakfetmişti. Böylelikle Bizans’ın siyasi ve dini gücünün bir ifadesi olan bu büyük kilise artık Müslüman Türkler’in siyasi ve dini gücünün bir sembolü ve temsili olmuş oldu. Hagia Sophia artık Ayasofya-i Kebir Camii olarak ad almış ve şereflenmişti.

Ayasofya kilisesi ilk olarak  IV. yüzyılda ahşap çatılı bir bazilika biçiminde inşa edilmişti. Bu ilk yapı I. Konstantinos’un eseri olarak anılmasına rağmen inşasının nihayete ermesi oğlu II. Konstantios gerçekleşmiş ve 15 Şubat 360’ta ibadete açılmıştı. Fakat kadim Ayasofya Türk fethine kadar birçok kez tahrip edilmiş, ayaklanmalar ve deprem gibi doğal afetler nedeniyle yanmış ve yıkılmıştı. Muhtelif Bizans imparatorları döneminde tekrar inşa ve tamir görmüş, ilaveler yapılmış ve yenilenmiştir. Ayasofya kilisesinin inşası için farklı dönemlerde başta Suriye olmak üzere uzak coğrafyalardan mermerler ve özel taşlar getirilmişti. Bu inşa ve tamirlerde dönemin ünlü birçok mimarı ve bilim adamı görev almıştı. Ortodoks Hıristiyan düyası için büyük bir öneme sahip olan bu kilise Osmanlıların İstanbul’yu fethine kadar oldukça yığranmış ve tahrip olmuş vaziyette ulaşmıştı. Nitekim, 1402 tarihinde İstanbul’a gelen İspanyol elçisi Clavijo, Ayasofya’nın çok bakımsız ve harap bir vaziyette olduğunu ifade etmiştir. Özellikle İstanbul’un fethinin en önemli tarihi kaynaklarından biri olan Tursun Beğ’de eserinde bu hususla ilgili Fâtih Sultan Mehmed’in İstanbul’un fethinden sonra Ayasofya’da incelemelerde bulunduğu ve kubbesine kadar çıkarak yapıyı tetkik ettiğini ifade etmiştir. Bu incelemeler sırasında Osmanlı sultanı Fâtih Sultan Mehmed yapının harap hali karşısında hayrete düştüğü bilinmektedir. Nitekim fetih sırasında Ayasofya’nın askerler tarafından yağma ve tahrip edilmesini de engellemiştir. Ayasofya’yı tahrip girişiminde bulunan askrlerini azarlamıştır. Fâtih Ayasofya’da ilk namazı kıldıktan sonra camiyi kendi hayratı olarak vakfetmiş, yanına bir medrese inşa ettirmiştir. Fatih Sultan Mehmed’in Ayasofya’yı camiye çevirip tamir ettirmesinin ardından ilerleyen dönemlerde de başta II. Bayezid ve II. Selim olmak üzere tahta çıkan diğer Osmanlı padişahları da Aysofya’yı önemsemişler, yeni ilave mekanlar inşa ettirmiş ve gözetmişlerdir. II. Selim zamanında Ayasofya’nın etrafında bulunan ve yapıya zarar veren evler ortadan kaldırılmış, ayrıca Mimar Sinan tarafından yapının ayakta kalabilmesi için takviye payandaları yapılarak Ayasofya’nın çökmesi önlenmiştir. Bu düşünceden hareketle minareler yapılarak yapı desteklenmiş ve yıkılmasının önüne geçilmiştir. Bizans’tan kalan Hıristiyan dini motifler ve kıymetli sanat eşyaları Osmanlılar tarafından himaye edilmiş ve korunmuştur. Bazı önemli tarihi eserler ise kaybomuş ve çalınmıştır. Aynı zamanda yapıyı zenginleştirmek ve kıymetini arttırmak için Türk sanat ve mimarisinin önemli örnekleri ile ilaveler yapılmıştır. Aysofya, cami olarak düzenlenmesinin ardından Müslüman İstanbul halkının vakit namazlarına ve Ramazan aylarında da teravihlere kalabalıklar halinde iştirak ettiği bir ibadethane olmuştu. Kadir geceleri ve bayram namazlarında muazzam kalabalıkların oluştuğu bilinmektedir. Bu gibi özel gecelere padişahlarda katılırlardı.

Fatih Sultan Mehmet’in önemli bir vakfı olan ve adıyla sanıyla Türk – İslam şehri İstanbul’un önemli bir sembolü olan Ayasofya camisi, Cumhuriyet’in ilanı ile beraber yeni Türk devletinin ideoloji ve medeniyet tasavvururun bir sonucu olarak 24 Ekim 1934 tarihinde camilikten çıkarılıp Müzeler Genel Müdürlüğü’ne bağlanmıştır. Yaklaşık 500 yıl cami olarak hizmet eden bu yapı şehri Türk toprağı kılan Fatih Sultan Mehmet’in vakfiyesi hiçe sayılarak müzeye dönüştürülmüş oldu. Camiye ait olan çeşitli eşyala, halılar ve levhalar kaldırıldı. Bu kıymetli cami eşyaları dağıldı ve yok olmaya yüz tuttu.

Ayasofya sadece Müslüman Türkler için değil yeryüzündeki bütün Müslüman devletler ve toplumlar için oldukça önemliydi. Müslümanlar nezdinde manevi bir değeri vardı ve İstanbul’un fethinin en kıymetli sembolü olarak görülmekteydi. Fetih edilene kadar tahayyül ve tasavvur edilen büyük bir idealin nihayetiydi. İslam dininin ve Müslüman toplumlarının yeryüzü hâkimiyetinin bir tapusuydu.

Ayasofya müze olarak kullanılmasından sonra insanların para ödeyerek girdiği bir yer haline geldi. Aynı zamanda Türk devletinin kendi topraklarında ve kendi hâkimiyetinde bir yapı olan Aysofya’ya artık uluslararası kuruluşlar ve muhtelif devletler karışmaya ve yönlendirmeye başladı. 1934 tarihinden itibaren vakfiyesi ve asıl amacı hiçe sayılarak kullanılan ve yönetilen Ayasofya nihayet uzun ve sancılı geçen bir özlemin ardından Türkiye Cumhuriyeti’nin 12. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından tekrardan ruhuna ve aslına uygun olarak camiye çevrildi. 1934 yılından itibaren uluslararası kuruluşların ve devletlerin Türk devletinden daha fazla söz sahibi olup yönlendirmek istediği bu yapı artık Türk devletinin ve halkının sadece söz değil gerçek sahibi olduğu bir yapı oldu. Ayasofya tekrardan zincirlerinden kurtarılmış, Allah seslerinin yankılanacağı ve Müslüman alınların secdeye varacağı yer oldu.

Umut Güner

Tarihçi yazar Umut Güner, Ortaçağ Tarihi, Siyaset ve İktidar Felsefesi ile Politik Kuramlar alanlarında ihtisas çalışmaları yürütmektedir.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu