amerika gazete haberleri haberler
Felsefe

Bir Çocuğu Kurtarmak

İşe giderken bir göletin yanından geçiyorsunuz. Sıcak günlerde bazen çocuklar sadece diz boyunda olan bu gölette oynarlar. Yine de bugün hava serin ve saat daha erken. Bu nedenle bir çocuğu gölette oynarken görünce şaşırıyorsunuz. Yaklaştıkça, orada çırpınan, ayağa kalkamayan ve sudan çıkamayan çok küçük bir çocuk olduğunu fark ediyorsunuz. Gözleriniz anne babasını ya da bakıcısını arıyor ama etrafta kimse yok. Çocuk başını suyun üzerinde birkaç saniyeden fazla tutamıyor. Eğer gölete girmez ve çocuğu çekip çıkarmazsanız boğulacak gibi görünüyor. Gölete girmek çok kolay ve tehlike oluşturmuyor ama girerseniz birkaç gün önce aldığınız ayakkabılarınız mahvolacak ve takım elbiseniz ıslanıp çamura bulanacak. Çocuğu sorumlu birine teslim edip kıyafetlerinizi değiştirene kadar da işe geç kalacaksınız. Ne yapmalısınız?

Pratik Etik diye bir ders veriyorum. Küresel yoksullukla ilgili konuşmaya başladığımızda, öğrencilerime böyle bir durumda bir insanın ne yapması gerektiğine dair ne düşündüklerini sorarım. Tahmin edildiği üzere, kişinin çocuğu kurtarması gerektiğini söylerler. Onlara “Peki ya ayakkabılarınız ve işe geç kalmanız?” diye sorarım. Bu soruyu bir kenara atarlar. Bir insan nasıl bir çift ayakkabıyı ya da bir iki saat işe geç kalmayı bir çocuğun hayatını kurtarmamak için iyi bir sebep olarak görebilir?

Gölette boğulan çocuğun hikâyesini 1972 yılında yayınlanan ama hâlâ etik derslerinde yaygın olarak kullanılan “Kıtlık, Refah ve Ahlak” adlı ilk makalelerimden birinde anlattım. 2011’de bu varsayımsal hikayeye benzer gerçek bir olay Çin’in güneyinde Foshan şehrinde meydana geldi. Wang Yue adında 2 yaşındaki bir kız çocuğu annesinden uzaklaşıp küçük bir sokağa girdi. Burada ona bir kamyonet çarptı ve kamyonet durmadı. Bir CCTV kamerası bu kazayı yakaladı. Ancak akabinde olanlar daha da şok ediciydi. Wang Yue kanlar içinde sokakta yatarken yürüyen veya bisiklete binen 18 kişi Yue’nun yanından ona yardım etmeden geçti. Kamera, pek çoğunun kızı net bir şekilde gördüğünü ama yanından geçerken bakışlarını başka yöne çevirdiklerini gösterdi. Çöpçü duruma dikkat çekmeden önce ikinci bir kamyonet kızın bacağının üzerinden geçti. Wang Yue apar topar hastaneye götürüldü ama maalesef çok geç kalınmıştı. Küçük kız öldü.

Siz de pek çok insan gibiyseniz, büyük olasılıkla şu an kendinize şunu söylüyorsunuz: “Ben olsam çocuğun yanından geçip gitmezdim. Ona yardım etmek için dururdum.” Belki dururdunuz ama daha önce de gördüğümüz üzere 2017 yılında 5 yaş altı 5,4 milyon çocuğun çoğunlukla önlenebilir ya da tedavi edilebilir sebeplerden öldüğünü hatırlayın. İşte, Ganalı bir adamın Dünya Bankası’ndan bir araştırmacıya anlattığı bir olay:

Örneğin bu sabah ölen küçük çocuğun ölümünü ele alalım. Çocuk kızamıktan öldü. Onun hastanede tedavi edilebileceğini hepimiz biliyoruz. Ancak anne-babasının parası yoktu ve çocuk yavaş yavaş, acılar içinde kızamıktan değil, yoksulluktan öldü.

Buna benzer olayların her gün yüzlerce kez yaşandığını düşünün. Bazı çocuklar yeterince yiyecekleri olmadığı için ölüyor. Daha fazlası, gelişmiş ülkelerde bulunmayan ya da bulunsa bile ölümcül olmayan kızamık, sıtma ve ishal gibi hastalıklardan ölüyor. Çocuklar, güvenilir içme suyu ya da sağlık önlemleri olmadığından, hasta olduklarında anne-babaları tıbbi tedaviyi karşılayamadığından veya ebeveynleri tedavi gerektiğinin farkında bile olmadığından bu hastalıklara karşı savunmasızlar. Oxfam, Against Malaria Foundation (Sıtma ile Mücadele Vakfı), Evidence Action ve diğer birçok organizasyon yoksulluğu azaltmak, sivrisinekten koruyucu cibinlik ya da güvenilir içme suyu temin etmek için çalışıyor. Bu çabalar bilançoyu hafifletiyor. Bu organizasyonların daha fazla parası olsaydı, daha fazlasını yapabilirler ve daha çok hayat kurtarabilirlerdi.

Şimdi kendi durumunuzu düşünün. Nispeten küçük bir meblağ bağışlayarak bir çocuğun hayatını kurtarabilirsiniz. Bu belki de bir çift ayakkabı almaktan daha fazlasına mal olurdu ama hepimiz içmek, dışarıda yemek, kıyafet, sinema, konser, tatiller, yeni arabalar ya da ev tadilatı olsun hiç de ihtiyacımız olmayan şeylere para harcıyoruz. Etkili bir hayır kurumuna katkıda bulunmak yerine paranızı bu tür şeylere harcamayı seçerek kurtarabileceğiniz bir çocuğu ölüme terk ediyor olabilir misiniz?

Geçtiğimiz on yıllar boyunca, merhum Hans Rosling ve The Gapminder Foundation, bu ve benzeri soruları Gapminder Yanlış Kanı Çalışmasının bir parçası olarak dünyanın dört bir yanındaki binlerce insana yöneltmiştir3. Factfulness kitabında Hans, oğlu Ola Rosling ve gelini Anna Rosling Rönnlund, testlerin şaşırtıcı sonuçlarını paylaşmaktadır. İşte bazı temel bulguların bir özeti.

Dünya Bankası’na göre, bankanın belirlediği aşırı yoksulluk sınırının altında yaşayan dünya nüfusu oranı 1993’te %34 iken 2013’te %10,7’ye düştü. Bu, yarısından ziyade üçte iki düştüğünü gösteriyor ancak aşırı yoksulluğu ölçmek çok zor olduğu için araştırma tutucu bir cevap kullandı. Her halükarda, bu çarpıcı azalma türümüzün tarihindeki en büyük başarılardan biridir ancak çok az sayıda insan bunun farkındadır. Katılımcıların ortalama sadece %7’si soruyu doğru cevapladı. Birleşik Devletler’de bu rakam daha da düşük: Birleşik Devletler’de araştırmaya katılan her 20 Amerikalıdan 19’u yanlış bir şekilde ya aşırı yoksulluk oranının son 20 yılda değişmediğine ya da büyük ölçüde arttığına inanıyordu.

Aşılarla ilgili ikinci soru için de aynı durum söz konusu. Bugün dünyadaki neredeyse her çocuk aşı olmaktadır. Bu, haklı olarak Factfulness yazarlarının “harika” olarak nitelendirdiği bir olgudur. Yine de, araştırmadaki çok az insan –sadece %13– tüm dünyada çocukların sağlığını korumadaki bu önemli başarının farkındaydı.

Pek çok insanın Gapminder Yanlış Kanı Çalışması’ndaki üçüncü soruyu da yanlış yaptığını muhtemelen tahmin edebilirsiniz. Dünyayı “gelişmiş” ve “gelişmekte” olan ülkeler şeklinde bölmeye alıştık, bu durum dünya nüfusunun dörtte üçünün yaşadığı “orta sınıf” ülkelere yer bırakmıyor. Eğer buna yüksek gelirli ülkelerde yaşayan insanları eklersek %91’e ulaşıyoruz. Geriye düşük gelirli ülkelerde yaşayan %9’luk bir kesim kalıyor ve tabii ki bunların hepsi de aşırı yoksulluk içinde yaşamıyor, ama bu içimizi rahatlatacak bir gerekçe oluşturmaz. Çünkü Hindistan ve Nijerya gibi büyük orta gelirli ülkeler aşırı yoksullukta yaşayan milyonlarca vatandaşlarıyla çok eşitsiz bir gelir dağılımına sahipler.

Bölüm 3’te göreceğimiz üzere, çoğu insan aşırı yoksulluğu azaltmaya çalışan hayır kurumlarına bağışta bulunmuyor çünkü durumun umutsuz olduğuna ve hiç ilerleme kaydedemediğimize inanıyorlar. İşte bu yüzden, bu soruların yanıtlarının gösterdiği etkileyici ilerlemeyi daha fazla insanın öğrenmesi hayati önem taşımaktadır. Ayrıca, aşırı yoksulluk içinde yaşayan insanları dinlememiz, neler yaşadıklarını ve neyi değiştirmek istediklerini öğrenmemiz esastır. Birkaç yıl önce Dünya Bankası, araştırmacılardan tam olarak bunu yapmasını istedi. Araştırmacılar 73 ülkeden 60.000 kadın ve erkeğin deneyimlerini kayıt altına alabildi. Farklı dillerde ve farklı kıtalarda yoksul insanlar defalarca yoksulluğun ne demek olduğunu ve onları neyi yapmaktan alıkoyduğunu söylediler:

Yılın tamamında veya bir kısmında yiyecek sıkıntısı çekiyorsunuz, genellikle günde yalnızca bir öğün yemek yiyorsunuz, bazen çocuğunuzun açlığını veya kendi açlığınızı dindirmek arasında seçim yapmak zorunda kalıyorsunuz ve bazen ikisini de yapamıyorsunuz.

Para biriktiremezsiniz. Bir aile ferdi hasta olursa, doktora gitmek için para gerekirse veya mahsul kıtlığı olursa, yiyecek hiçbir şeyiniz yoksa civardaki tefeciden ödünç para almak zorunda kalırsınız ve borç, dağ gibi büyüdükçe tefeci sizden o kadar çok faiz talep eder ki borçtan asla kurtulamayabilirsiniz.

Çocuklarınızı okula göndermeye gücünüz yetmez, okula gitseler bile hasat kötü ise onları okuldan almanız gerekir.

Her iki-üç yılda bir ya da şiddetli hava koşullarından sonra yeniden inşa etmeniz gereken çamur veya samandan yapılmış dayanıklı olmayan bir evde yaşarsınız.

Yakınlarda güvenli içme suyu kaynağınız yoktur. Suyunuzu uzak bir mesafeden taşımak zorundasınızdır ve o zaman bile suyu kaynatmazsanız hasta olabilirsiniz.

Ancak aşırı yoksulluk, yalnızca karşılanmamış maddi ihtiyaçlardan ibaret değildir. Çoğunlukla buna aşağılayıcı bir güçsüzlük hali eşlik eder. Demokrasi olan ve nispeten iyi yönetilen ülkelerde bile, Dünya Bankası anketine katılanlar aşağılamayı itiraz etmeden kabullenmek zorunda kaldıkları bir dizi durum anlattılar. Birisi sahip olduğunuz az şeyi alırsa ve polise şikayet ederseniz, polis sizi dinlemeyebilir. Yasalar sizi tecavüz veya cinsel tacizden de korumaz. Utanç ve başarısızlık hissi sizi kuşatmıştır, çünkü çocuklarınızın geçimini sağlayamıyorsunuzdur. Yoksulluk sizi tuzağa düşürür ve sonunda zar zor hayatta kalmanın ötesinde hiçbir şeye fırsat vermeyen, bel bükücü çalışma hayatından kaçma umudunu yitirirsiniz.

Dünya Bankası aşırı yoksulluğu yeterli besin, su, barınak, giyim, temizlik, sağlık hizmetleri ve eğitim için en temel insani ihtiyaçları karşılayacak yeterli gelire sahip olmamak olarak tanımlar. 1990 ile 2015 yılları arasında bir milyardan fazla insan aşırı yoksulluktan kurtuldu. Sonuç olarak, küresel yoksulluk oranının şu anda kayıtlı tarihteki en düşük seviyede olduğu mantıken iddia edilebilir. Yine de, en son verilere göre, 736 milyon hâlâ günde 1,90 dolardan –Dünya Bankası tarafından belirlenen küresel aşırı yoksulluk sınırı– daha az bir meblağ ile yaşıyor.

Kimin aşırı yoksulluk içinde olduğunu belirlemek için öne sürülen “günde 1,90 dolar” rakamı karşısında, düşük gelirli birçok ülkede zengin ülkelere göre çok daha ucuza yaşamanın mümkün olduğu düşüncesi aklınızdan geçebilir. Belki de bunu, dünyayı sırt çantasıyla gezerek ve mümkün olduğuna inandığınızdan daha azıyla yaşayarak kendiniz deneyimlediniz. Dolayısıyla, bu düzeydeki yoksulluğun, örneğin Amerika Birleşik Devletleri, Fransa veya İspanya’da aynı miktardaki parayla yaşamak zorunda kalmanızdan daha az aşırı olduğunu hayal edebilirsiniz. Eğer bu tür düşünceler aklınıza geldiyse, şu an bunlardan kurtulmalısınız, çünkü Dünya Bankası satın alma gücünde düzenleme yapıyor: Dünya Bankası’nın rakamları, ABD’de 1,90 dolara satın alınabilen mal ve hizmet miktarına denk düşen günlük toplam, satın alınan ya da evde üretilen, mal ve hizmet tüketimine sahip insan sayısını ifade eder.

Zengin ülkelerde yoksulluğun çoğu görecelidir. İnsanlar televizyonda reklamı yapılan iyi ürünleri bütçelerini aştığı için alamadıklarında kendilerini yoksul hissederler ama televizyonları vardır. Birleşik Devletler’de Nüfus Sayım Bürosu’nun yoksul olarak sınıflandırdığı bireylerin %97’sinin bir renkli televizyonu, dörtte üçünün bir arabası ve bir kliması vardır.6 Bu rakamları Amerika Birleşik Devletleri’ndeki yoksulların gerçek zorluklarla yüzleştiğini inkar etmek için vermiyorum. Ancak bu zorluklar çoğu insan için dünyanın en yoksul insanlarından farklı bir düzeye sahiptir. Aşırı yoksulluk içinde yaşayan 736 milyon insan, en temel insani ihtiyaçlarına bağlı mutlak bir seviyede yoksuldur. Her yılın en azından bir kısmında aç olmaları muhtemeldir. Karınlarını doyuracak yeterli besini alsalar bile öğünleri gerekli besin maddelerinden yoksun olduğu için büyük ihtimalle kötü beslenmiş olacaklar. Kötü beslenme çocuklarda gelişimi önler ve kalıcı beyin hasarına yol açabilir.

Yoksullar çocuklarını okula gönderemeyebilir. Hatta temel ve hayat kurtarıcı sağlık hizmetleri çoğunlukla imkânlarının dışındadır.

Yoksulluğun böylesi öldürür. Bugün İspanya’da dünyaya gelen bir çocuk 83 yıldan fazla yaşamayı beklerken Sierra Leone, Nijerya ve Çad gibi ülkelerde doğan çocukların yaşama beklentisi 55 yıldan daha azdır. Sahra Altı Afrika, dünyadaki beş yaş altı ölüm oranının en yüksek olduğu bölge olmaya devam ediyor: her 13 çocuktan biri beşinci doğum gününden önce ölüyor, bu oran Avustralya ve Yeni Zelanda’daki 263 çocuktan 1’i olan ölüm oranının 20 katı. UNICEF’in çoğunlukla önlenebilir, yoksullukla ilgili sebeplerden her yıl ölen 5,4 milyon olan küçük çocuk rakamına milyonlarca büyük çocuk ve yetişkini de eklemeliyiz. Bu, sonuç olarak her gün on binlercesinin öldüğü anlamına geliyor. Bunlar ölmek zorunda olmayan insanlar: genellikle basit ve ucuz yollarla kurtarılabilirler.

Bu kitabın ilk baskısını yazdığımda Güney Asya uzun yıllardır aşırı yoksulluk içinde yaşayan insan sayısının en fazla olduğu bölgeydi ve Hindistan’da diğer ülkelerden çok daha fazla aşırı yoksulluk içinde yaşayan insan vardı. Ancak sadece 10 yılda bu değişti. Ekonomik büyüme, 1990’da yarım milyar olan aşırı yoksulluk içinde yaşayan Güney Asyalı sayısını 2015’te 216,4 milyona düşürdü. O zamanlar hâlâ Hindistan aşırı yoksulluk içinde yaşayan insan sayısının en fazla olduğu ülkeydi: 176 milyon, yani dünyadaki yoksulların neredeyse dörtte biri. Bu sayının oldukça hızlı bir şekilde düşmeye devam edeceği tahmin ediliyordu, ancak bazı tahminlere göre 2019 yılında aşırı yoksulluk içinde olan Hintlilerden daha fazla Nijeryalı vardı.

Yoksulluktaki en belirgin azalma, aşırı yoksulluk oranının 1990’da %60 iken 2015’te yalnızca %2.3’e şaşırtıcı bir şekilde düştüğü Doğu Asya ve Pasifik’te oldu (Çin’de hâlâ yaklaşık 10 milyon ve bölgedeki başka yerlerde daha küçük sayılarda aşırı yoksul insan olmasına rağmen).

Dünya Bankası’nın 2018 yoksulluk raporunda hem iyi hem de kötü haber vardı. İyi haber, 1990-2015 arasındaki 25 yılda aşırı yoksulluk içinde yaşayan dünya nüfusu oranı yaklaşık %36’dan %10’a, yılda ortalama bir puan düşmüştü. Kötü haber, bu oranın 2013 ile 2015 arasında sadece yüzde bir puan düşmesiyle bu eğilimin yavaşlamasıydı. Yavaşlamanın sebebi dünyadaki aşırı yoksul insanların çoğunun (Asya’dan daha fazla) yaşadığı bölge olan Sahra Altı Afrika’da yoksulluğu azaltma ilerlemelerinin yavaş olmasıdır. Sahra Altı Afrika aynı zamanda her 10 kişiden yaklaşık 4’ü ile aşırı yoksulluk içinde yaşayan en yüksek insan oranına sahip bölgedir. Dünya Bankası, “aşırı yoksulluğun giderek Sahra Altı Afrika sorunu haline geldiğini” ve “dünyanın en fakir 28 ülkesinden 27’si, yüzde 30’un üzerinde yoksulluk oranları ile Sahra Altı Afrika’da bulunduğunu” bildiriyor. Bir Amerikan araştırma enstitüsü olan Brookings Institution şunu ilave ediyor: “2023 yılına kadar Afrika’nın payı %80’in üzerine çıkacak (2016’da %60 iken). Afrika’nın 2030’a kadar yoksulluğu sonlandırması için her saniye birden fazla kişinin yoksulluktan kurtulması gerekecek ancak şu anda Afrika buna yeni yoksulları ekliyor.”

Bugün Refah

“Orta sınıf” terimini sinemaya gitmek, tatile çıkmak, çamaşır makinesi gibi tüketici ürünleri satın almak ya da yoksullaşmadan hastalık veya işsizlik dönemi geçirmek gibi şeyler için yeterli gelire sahip olunduğunu ifade etmek için kullanırsak, 2018 Eylül ayında türümüzün tarihinde ilk kez, yaşayan tüm insanların yarısından fazlası orta sınıf veya üstü idi.

Bugün bu nedenle, kralların ve soyluların sarayları dışında daha önce hiç görülmemiş bir refah düzeyinde yaşayan yaklaşık 3,8 milyar insan var. Fransa’nın “Güneş Kralı” XIV. Louis, Avrupa’nın gördüğü en görkemli saray olan Versay’ı inşa etti, ancak sarayı yüksek gelirli ülkelerdeki çoğu insanın bugün evlerini serin tutabildiği kadar etkili bir şekilde yazın serin tutamıyordu. Bütün becerilerine rağmen bahçıvanlar, tüm yıl boyunca satın alabileceğimiz çeşitli taze meyve ve sebzeleri üretemiyorlardı. XIV. Louis diş ağrısı çekerse ya da hastalanırsa, diş hekimlerinin ve doktorlarının onun için yapabileceği en iyi şey bizi ürpertirdi.

Biz, sadece yüzyıllar önce yaşamış bir Fransız kralından daha iyi durumda değiliz, aynı zamanda büyük dedemizden de çok daha iyiyiz. Öncelikle, onlardan yaklaşık 30 yıl daha uzun yaşamayı umabiliriz. Bir asır önce 10 çocuktan 1’i bebekken ölüyordu. Şimdi, çoğu zengin ülkede, bu rakam 200’de 1’den daha az. Bugün ne kadar zengin olduğumuzun bir başka önemli göstergesi, temel ihtiyaçlarımızı karşılamak için çalışmamız gereken ortalama saat sayısıdır. Bugün Amerikalılar ortalama olarak gelirlerinin yalnızca %6,4’ünü yiyecek satın almaya harcıyor. Haftada 40 saat çalışıyorlarsa, bir hafta boyunca kendilerini besleyecek kadar kazanmaları ancak iki saatlerini alır. Bu durum onlara tüketim ürünlerine, eğlenceye ve tatillere çok daha fazla harcama fırsatı verir.

Ve bir de paralarını saray yavrusu evlerine, gülünç derecede büyük ve lüks teknelere, özel uçaklara harcayan süper zenginler var. 2019’da Forbes Dergisi dünyada 2.153 milyarder olduğunu (on yıl öncekinin neredeyse iki katı) hesapladı. Bu milyarderler zenginleşmeye devam ederek kendileriyle sıradan ücretliler arasındaki uçurumu genişletti. Boeing Business Jets, Aralık 2018’de bu tür varlıklı insanlara hitap etmek için Boeing 777’yi temel alan yeni bir Boeing Business Jet (Boeing İş Uçağı) modeli olan BBJ 777X’i piyasaya sürdü. Bu model dünyanın yarısından fazlasını hiç iniş yapmadan uçabiliyor. Peki, fiyatı? “Yeşil” bir uçak için 450 milyon dolar, hayır yeşil olması sıfır karbon emisyonuna sahip olduğu anlamına gelmez, iç donanımı olmayan uçak anlamına gelir. Müşterinin şartnamesine göre tasarlanan iç mekanı eklemek 25-50 milyon dolara mal olacaktır. Ticari hizmette bu uçak 365 yolcu kapasitelidir. Kişiye özel versiyonları 35 kişi taşıyabilir. Fiyatı bir yana, az sayıda insanı taşıyan gerçekten büyük bir uçağa sahip olmak küresel ısınmaya kişisel katkınızı en üst düzeye çıkarmanın net bir yoludur. Ancak göze çarpan para ve kaynak israfı için lüks bir yatı yenmek zordur. Business Insider’ın 2017’de bildirdiği gibi, “Dünyanın en zengin bireylerinin milyonlarını, hatta milyarlarını lüks süper-yatlara yatırması normal hale geldi.” Milyarderler, en büyük özel yatın sahibi olmak için yarışıyorlar –Rus milyarder Roman Abramovich’e ait bir önceki en büyük yat Eclipse’i geride bırakan 180 metre uzunluğundaki Azzam’ın sahibi Abu Dabi Emiri Şeyh Khalifa bin Zayed Al Nahyan şu anda ünvanı elinde tutuyor. Azzam’ın 400 milyon dolara mal olduğu tahmin ediliyor. 36 kişilik konaklama imkanı vardır. Bu süper yatlar, büyük miktarlarda dizel yakıt kullandıkları için çevreyi çok fazla kirletiyor. Azzam’ın tankları bir milyon litre yani normal küçük bir arabanın 20.000 katı ve ticari bir uçağın beş katından fazla yakıt alıyor.

Bu kitabın ilk baskısı üzerine çalışırken Rolex, Patek Philippe, Breitling ve diğer lüks markaların saatlerinin reklamlarıyla dolu 68 sayfalık parlak bir dergi olan The New York Times’ın Pazar baskısından özel bir reklam eki düştü. Reklamlarda fiyat etiketleri yoktu ancak mekanik saatin yeniden canlanması ile ilgili şişme bir haber fiyat aralığının alt sınırına dair fikir verdi. Pahalı olmayan quartz saatlerin son derece doğru ve kullanışlı olduğunu kabul ettikten sonra yazı, “mekanik bir harekette ilgili çekici bir şey” olduğunu söylüyordu. Evet doğru, ama bileğinizde bu ilgi çekici bir şeyin olması size ne kadara mal olacak? “Mekanik saatlere geçmenin pahalı bir teklif olduğunu düşünebilirsiniz ancak 500 – 5.000 dolar aralığında pek çok seçenek mevcut.” Hiç şüphesiz, “açılış fiyatının modeli oldukça basit: temel hareket, temel zaman göstergesi, basit dekorasyon vb.” Buradan, reklamı yapılan saatlerin çoğuna 5.000 dolardan fazla fiyat biçildiğini ve bunun güvenilir, doğru bir quartz saat için ödenmesi gerekenin 100 katı olduğunu anlayabiliriz. Böyle ürünler için bir pazar olması ve The New York Times’ın geniş okuyucu kitlesine bu kadar pahalıya reklam vermeye değer bir pazar olması toplumumuzun zenginliğinin bir başka göstergesidir.

Süper zenginlerin aşırılıklarına karşı başınızı sallıyorsanız, çok fazla sallamayın. Ortalama geliri olan Amerikalıların paralarını harcama yollarından bazılarını tekrar düşünün. Amerika Birleşik Devletleri’nde çoğu yerde, tavsiye edilen sekiz bardak suyu günde bir kuruştan daha az bir fiyata musluktan temin edebilirsiniz. Yine de milyonlarca insan suyu düzenli olarak marketten satın almayı tercih ediyor; normal bir şişe su yaklaşık 1,50 dolardır ve Fiji Adaları’ndan ithal edilen Fiji gibi bazı markaların suyu size 2,25 dolar veya daha fazlasına mal olur. Amerikalılar, şişelenmiş su üretimine ve nakline giden enerji israfının yarattığı çevresel endişelere rağmen gittikçe daha fazla su satın alıyorlar ve bu durum, toplamı 2017 yılında 13,7 milyar galona yükseltti.19 Birçoğumuzun kafein alma şeklinin nasıl da kalıplaştığını düşünün:

Bir latte için dört dolar veya daha fazla harcamak yerine evde birkaç sente kahve yapabilirsiniz. Ya da bir garsonun daha siz bitirmeden ikinci bir soda veya bir kadeh sipariş etme istemine rastgele “evet” dediniz mi? Bir arkeolog olan Dr. Timothy Jones, ABD hükümeti tarafından finanse edilen bir gıda atığı araştırmasına liderlik ettiğinde, evsel atıkların %14’ünün orijinal ambalajında bulunan ve tarihi geçmemiş iyi gıdalar olduğunu ortaya çıkardı. Bu gıdaların yarısından fazlası kuru paketlenmiş veya uzun süre saklanan konserve ürünlerdi. ABD Tarım Bakanlığı’na göre Amerikalılar gıda teminlerinin %30-40’ını yani yaklaşık 161 milyar dolarlık gıdayı israf ediyor. Ayrıca insanlar hayret verici miktarda hiç giymedikleri kıyafetler satın alıyorlar – bir ankete göre, Birleşik Krallık’ta kişi başı ortalama 200 sterlin değerinde; Amerika Birleşik Devletleri’nde moda tasarımcısı Deborah Lindquist’e göre ortalama bir kadının geçen yıl 600 dolardan fazla tutan, giymediği giysisi olduğu iddia ediliyor. Gerçek rakam ne olursa olsun, kadın ve erkek hemen hemen hepimizin ihtiyacımız olmayan, bazılarını hiç kullanmadığımız şeyler satın aldığını söylemek doğru olur.

Çoğumuz, önemli şeyler pahasına da olsa, boğulmakta olan bir çocuğu kurtarmakta tereddüt etmeyeceğimizden kesinlikle eminiz. Yine de, her gün binlerce çocuk ölürken biz parayı doğal karşıladığımız şeylere harcıyoruz ve orada olmasalar bunu neredeyse fark etmeyeceğiz. Yanlış mı? Eğer öyleyse, yoksullara karşı yükümlülüğümüz ne kadar ileri gidiyor?

Kurtarabileceğin Hayat
Küresel Yoksulluğu Sona Erdirmek için Payına Düşeni Yapmanın Yolları

Yazar: Peter Singer
Türkçeye aktaran: Meltem Alkur

Umut Güner

Tarihçi yazar Umut Güner, Ortaçağ Tarihi, Siyaset ve İktidar Felsefesi ile Politik Kuramlar alanlarında ihtisas çalışmaları yürütmektedir.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu