amerika gazete haberleri haberler
Tarih

Kültür Tarihimizde Kahve ve Kahvehaneler! Kahve Osmanlı’ya Nasıl Geldi?

Kahve ve çay hayatımıza girdiği tarihlerden itibaren gündelik ve sosyal hayatımızın bir parçası oldu. Özellikle her sabah güne başlarken ilk önceliğimiz kahve veya çay tüketmek oluyor. Kahvenin bizim topraklarımızdaki macerası çaydan çok daha önce başlamış ve devam etmiştir. Kahve ekseninde bir kültür oluşmuştur. Çay ise Türk toplumu için oldukça yeni bir içecektir.

Zaman içerisinde en temel besin maddemiz olmuş olan ve toplumsal hayatımızda kendisine önemli bir yer edinen kahvenin tarihî gelişimi her yönü ile incelenmesi gereken ilginç bir vakadır. Öyle ki tarihte kahvenin Osmanlı coğrafyasına gelişi ve kahve tüketilen yerler olan kahvehanelerin payitaht olan İstanbul’da kurulması ile Osmanlı toplumsal hayatı önemli bir değişim göstermiştir. Kahvehaneler yakın döneme kadar Türk aydınının nabzının attığı yerler olagelmiştir. Entelektüel geleneğimiz kahvehaneler sayesinde gelişmiş, yeni bir kimlik kazanmıştır. Özellikle Babıâli kahvehaneleri, Beyazıd’da bulunan Küllük ve Marmara kahvehaneleri ile Lebon ve Baylan gibi mekanlar uzun yıllar entelekütellerimizin meskenleri olmuştur. Birçok ünlü alim, şair ve muhtelif aydınlarımız bu mekanlarda ikinci bir üniversite veya akademi oluşturmuşlardır.

Anavatanı Yemen olan kahve tarihî süreç içerisinde ilk olarak kendi yurdunda meşhur olmuştur. İlk dönemlerde kahve çekirdeğinin hamur yapımında kullanıldığı ve bunun dışında da özellikle sufîler tarafından uzun geceler süren zikir ve ibadetlerde uyanıklığı sağlamak için çekirdeğinin yutulduğu bilinmektedir. Kahve çekirdeğinin ilk bulunuşu ile ilgili çeşitli rivayetler söz konusudur. Yaygın bilinen ilk rivayete göre Etiyopyalı bir  çoban, keçilerinin oldukça zinde ve hareketli olduğunu gözlemler ve hayvanlarda meydana gelen bu olağan dışı davranışların sebebini araştırdığında keçilerin kahverengi çekirdeği olan bir ağaçtan yediklerini keşfeder. Bu keşif üzerine çekirdekilerin verdiği gücün doğruluğunu tespit etmek amacı ile kendisi de bu kahverengi çekirdeklerden tüketir. Kendi zihninde ve vücud fonksiyonlarında uyanıklık ve enerji yoğunluğu hisseder. Bir diğer yaygın bilinen rivayette ise Şazeli tarikatının piri Ebu’l Hasan Şazeli tarafından keşfedilmiş ve sufi ibadetleri sırasında bu çekirdek sıklıkla kullanılmıştır.

Osmanlı İmparatorluğuna ise kahvenin girişi 16. yüzyılda özellikle de 1550’lerde görülmektedir. Yemen valisi Özdemir Paşa’nın ilk olarak Osmanlı sarayına kahve içeceğini getirmesi bu topraklara kahvenin gelişi için bir milad olarak kabul edilebilir. Fakat tarihçi Solakzâde’ye göre de kahvenin İstanbul’a gelişi Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferi sırasında ve özellikle de hacca giden hacıların vasıtasıyla geldiği ifade edilmektedir. Bilhassa bu dönem ile birlikte ilk defa kahvenin gelmesi ile birlikte kahvehanelerin de Osmanlı topraklarında açıldığıda bilinmektedir. Osmanlı İstanbul’unda ilk kahvehane Hikmet ve Şems adlı iki Arap tarafından Tahtakale’de 1554-1555 arası dönemde açılmıştır. Ünlü seyahatname yazarımız Evliya Çelebi’nin meşhur eserinde kahvehanelerin sayısının yüzlerle ifade edilmesi de Osmanlı topraklarında kahve ve kahvehane kültürünün ne kadar hızlı bir yayılma ve gelişim gösterdiğinin kanıtıdır.

Kanûnî Sultan Süleyman’ın hükümdarlığının son yıllarına doğru İstanbul’da elli kahvehanenin bulunduğu bilinmektedir. 1792’de düzenlenen defterlerde bu sayı 1631’e; 1821’de ise 2076’ya ulaştığı ifade edilir.

Osmanlı toplumunda kahvehâneler hızla yaygınlık kazanmış ve İstanbul’un bir çok mahalle ve semtinde kahvehaneler açılmaya başlanmıştır. Osmanlı İstanbul’unda Mahalle Kahvehaneleri, Meddah Kahvehaneleri, Semâ Kahvehaneleri, Esnaf Kahvehaneleri, Tulumbacı Kahvehaneleri ve Yeniçeri Kahvehanelerinin varlığı bilinmektedir. Osmanlı’da ilk kurulan kahvehanelerin çoğunlukla camilerin yakınlarında kurulduğu ve namaz vakitlerini bekleyen insanların buralarda vakit geçirdikleri de bilinmektedir.

Her kahvehanenin farklı bir fonksiyonu bulunmaktadır. Meddah ve Sema kahvehanelerinde genellikle meddah ve sema gösterileri düzenlendiği gibi, tulumbacı ve yeniçeri kahvehanelerinde de o meslek grubunun mensuplarının biraraya geldiği mekanlar olmuşlardır. Bu kahvehaneler İstanbul’da sosyal ve siyasi hayata etkileri ile önemli birer toplumsal alanlar olmuşlardır. Meddah ve Semâ Kahvehanelerinin sosyal ve kültürel hayata etki ettiği gibi Yeniçeri Kahvehanelerinin de Yeniçeri İsyanlarında etkin merkezler olduğu bilinmektedir.

Kahvehaneler aydın insanların biraraya geldiği, devlet ve ülke meseleleri ile ilgili görüşlerini paylaştığı ve fikirlerini yayma alanı bulduğu en önemli mekanlardan olmuştur. Kahvehanelerde beyan edilen fikir ve kanaatlerin denetlenebilme ve doğrulanma imkanı olmadığından ekseriyetle dedikodu mahiyetinde toplumda infiale neden olabilecek düşünceler de buralarda yayılma imkanı bulmuştur. Özellikle de kahvehaneler  padişahın ve bürokrasinin eleştrilmesine ve muhalif fikirlerin yayılmasına imkan tanımıştır. Nitekim Osmanlı tarihindeki yeniçerilerin isyan girişimlerini ve devlet aleyhindeki faaliyetlerinin tertiplendiği ve aykırı görüşlerin ifade edildiği “Yeniçeri kahvehaneleri” bu dönemde kahvehanelerin ulaştığı tehlikeli boyutu göstermesi bakımından manidardır.

Bu nedenledir ki başta padişah ve şeyhülislamlar tarafından kahvehaneler ile ilgili olumsuz düşünceler beslenmiştir. Zamanla da kahve, tütün ve kahvehaneler ile ilgili yasaklar yayınlanmaya başlanmıştır. Başta şeyhülislamlar eserlerinde kahve ve tütün kullanımı ile ilgili olumsuz kanaatlerini kaleme almışlar, kahve ve tütün tüketimi ile ilgili fetvalar yayınlamışlardır. En meşhur şeyhülislamlarımızdan Ebu Suud Efendi’nin “Kömür derecesinde kavrulan şeylerin içilmesi haramdır” fetvasında olduğu gibi kahvenin içilmesi haram olarak kabul edilmiştir.

Kâtib Çelebi 17. yüzyılda İstanbul’da neredeyse her sokak başında bir kahvehane olduğunu ifade etmiştir. Başta Kadızâdeli hareketi temsilcileri olmak üzere kahvehanelerin kötülüğü üzerinde ciddi tartışmalar yaşanmıştır. Nihayetinde IV. Murad 1633’te İstanbul’daki bütün kahvehanelerin kapatılmasını ve kahve içilmesini yasakladı.

Her ne kadar padişah ve şeyhülislamlar tarafından kahve ve tütün kullanımı yasaklanmış olsa da halkın kahvehanelere gitmesine ve bu mamülleri kullanmasına engel olunamadı. Kahvehaneler faaliyetlerine uzun bir süre gizli bir şekilde devam ettiler. Özellikle ön tarafı beraber olan fakat arka tarafından kahvehane olan birçok dükkanda halk kahve ve tütün tüketimine devam etti.

 Daha önce ifade ettiğimiz gibi başta belirli meslek ve sosyal gruplar olmak üzere muhtelif kahvehanelerin varlığı mevcuttu. Fakat entelektüel faaliyetlerin yürütüldüğü kahvehanelerin kıraathane olarak varlığını sürdürmesi özellikle Tanzimat’tan sonraki dönemlere rastlamaktadır. Bu dönemden itibaren Osmanlı coğrafyasında kahvehaneler çeşitli okuma salonlarına ve bilgi evlerine dönüştü. Özellikle tanzimat aydınlarının uğrak yeri olmaya başladı. Bu tür kahvehanelerin ilk bilinen örneği 1857 tarihinde Divanyolu üzerinde  açılan Sarafim Kıraathanesi’dir. Bu kahvehane müşterileri için gazete ve dergi bulunduran ve daha sonraları da kitap da satan bir yer olmuştur. Aynı zamanda mübarek Ramazan gecelerinde Sarafim Kıraathanesi edebî ve ilmi tartışmaların yapıldığı bir salon olurdu. Başta Nâmık Kemal, Ahmed Muhtar Paşa, Süleyman Paşa, Ahmed Râsim ve Halit Ziya Uşaklıgil gibi tanzimat dönemi şair ve edipleri olmak üzere muhtelif entelektüeller bu kahvehanelerin müdavimi olmaya başladılar.

İlerleyen süreçte Divanyolu, Babıâli ve Bayezid muhtilerinde kırathane türünde kahvehanelerin sayısı artmaya başladı. Farklı fikir ve düşüncelere mensup entelektüel zümrelerin sadece kendi dost meclislerini gerçekleştirdiği mekanlar oluşmaya başladı. İstanbul’da kahvehaneler çoğunlukla Sultanahmed Meydan’ından Aksaraya kadar olan güzergah üzerinde faaliyet göstermekteydi. Bu kahvehaneler arasında en meşhur olanları Şehzadebaşı Direklerarası’nda Fevziye Kıraathanesi, Divanyolu’nda Ârif’in Kıraathanesi, Nuruosmaniye’de Letafet Kıraathanesi’dir.

Kahvehaneler ve kahve kültürü bakımından tarihi ünü günümüze kadar ulaşan ve Türk edebiyatının en önemli temsilcilerinin müdavimi olduğu mekan “Küllük Kahvehanesi”ni özellikle zikretmek gerekmektedir. Bayezid Cami’nin Bayezid Meydanı’na bakan tarafında bulunan bu mekan üniversite öğrencilerinin ünlü edebiyatçılarımızla buluştuğu ve derin sohbet halkalarının yaratıldığı bir yer olmuştur. Küllük Kahvehanesi’ndeki yaşanmışlıklara dair, birçok şiir, roman, öykü ve anıların derlendiği kitaplar kaleme alınmıştır. Edebiyatımıza ve fikir dünyamıza büyük katkıları olan nice dergiler buradan çıkmıştır. Hatta kendi adı ile “Küllük” adında popüler bir dergi dâhi neşredilmiştir. Neşredilen bu derginin kaleme alınan beyannmesinde Küllik ile igili şunlar ifade edilmiştir; “Küllük bir kahvedir, kahve deyip de geçmeyelim. Kahve er meydanıdır, filan vuruldu kahvede duyulur. Kızlar kahve önünde kahkahalar atar, şarkılar mırıldanır. Küllük bir kahve ismi demiştik, küllük bir istikamettir de.”

Sahip olduğu entelektüel ortamı nedeniyle aynı zamanda buraya Akademi ve Muallimler Bahçesi de denilmiştir. Varlığı 1950’li yıllara kadar devam eden bu kahvehanenin müdavimleri arasında, Necip Fazıl Kısakürek, Peyami Safa, Reşad Nuri Güntekin, Mükrimin Halil Yınanç, Rıfkı Melûl Meriç, Ali Canip Yöntem, Hilmi Ziya Ülken, Kilisli Rıfat Bilge, Kenan Hulusi Koray, İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Sadri Ethem Ertem, Nurullah Ataç, Abidin Dino, Rıfat Ilgaz, Cahit Sıtkı Tarancı, İbnülemin Mahmud Kemal İnal, Hasan İzzettin Dinamo, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Neyzen Tevfik, Abdülhak Hâmid, Fuat Köprülü, Nurullah Ataç, Sait Faik Abasıyanık, Orhan Veli Kanık, İbrahim Alaeddin Gövsa, Agâh Sırrı Levend, Midhat Cemal Kuntay, Yusuf Ziya Ortaç, Orhan Seyfi Orhon, Ahmet Muhip Dıranas, Hâlit Fahri Ozansoy, Reşat Ekrem Koçu, Sabri Esat Siyavuşgil, Hilmi Ziya Ülken, Mehmet Kaplan, Ali Nihat Tarlan, Mükrimin Halil Yınanç, Sadri Ertem, Agâh Sırrı Levent, Sıtkı Akozan, Arif Dino, Asaf Halet Çelebi, Abdulbaki Gölpınarlı, Salah Birsel, Özdemir Asaf, Neyzen Tevfik, İlhan Berk ve daha nice yazarlarımız vardır.

Günümüzdeki gibi iletişimi kolaylaştıran yazılı ve görsel basın olanaklarının olmadığı bir dönemde Osmanlı aydınları kahvehaneler aracılığıyla görüşlerini yayma imkanı bulmuşlardır. Kahvehanelerin kurulması ile birlikte Osmanlı aydınının iletişimi kolaylaşmış ve entelektüel faaliyetler hız kazanmıştır. Hatta Tanzimat döneminde Osmanlı aydınlarının sahip olduğu çok yönlülüğün ve girişkenliğin en önemli sebeplerinden birisi de hiç şüphesiz kahvehanelerin varlığı olmuştur. Kahvehane kültürünün giderek geleneğinden uzaklaşması ile birlikte esasen entelektüel geleneğimiz de zaafiyete uğramıştır. Bugün gelişen teknoloji sayesinde her ne kadar iletişim imkanlarımız artmış olsa da tarihte kahvehanelerin üstlendiği entelektüel misyonumuzu devam ettirecek bir ortamdan malesef mahrum kaldık. Ünlü fikir adamı ve yazarlarımızla biraraya gelebileceğimiz, uzun sohbetler yapabileceğimiz mekanların olmayışının kültürel ve entelektüel sancısını çekmeye hala devam etmekteyiz.

Umut Güner

Tarihçi yazar Umut Güner, Ortaçağ Tarihi, Siyaset ve İktidar Felsefesi ile Politik Kuramlar alanlarında ihtisas çalışmaları yürütmektedir.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu