amerika gazete haberleri haberler
Felsefe

Küreselleşme ve uluslararası kültürün felsefesi!

Kültür, esas itibârı ile birçok farklı tanım ile açıklanılmaya çalışılan bir kavram olsa da, sosyologlar ve kültür bilimciler genellikle kültür kavramı için bir milleti oluşturan maddi ve manevi bütün değerler ile kültür kavramının sınırlarını çizerler.

Kültürü oluşturan maddi ve manevi değerler ise, özellikle bir milleti oluşturan bütün dinamikleri kapsamaktadır. Kültürü oluşturan esas unsurlar milletlerin dil, tarih, inanç başta olmak üzere kendi bireysel ve özgün tecrübeleridir. Bu sebeple de yeryüzünde varlık gösteren ve hayat alanı bulmuş her etnik unsurun kültürü özgün ve farklıdır. Milletlerin karakteristik yapısı, geçirdikleri tarihi tecrübe, yaşadıkları coğrafya vs. gibi birçok husus milletlere özgün bir kültür kazandırmıştır. İslâmiyet başta olmak üzere birçok semavi din ve inançlar da toplumların sahip oldukları farklı kültürlere dikkat çekmiş ve bu farklılıkları zenginlik olarak görmüş ve adlandırmıştır.

Tarihi süreç içerisinde modern dönemlere kadar insan topluluklarının birbirleri ile etkileşimi sınırlı olmasından dolayı, farklı kültürlere sahip toplumların karşılaşmaları ve kültürel alışverişte bulunmaları kısıtlı idi. Fakat modern dönem ile birlikte özellikle insan topluluklarının birbirleri ile olan etkileşiminin artması, iletişim olanaklarının çoğalması, farklı kültür ve geleneklerin karşılaşmasını ve birbirlerini etkilemesini sağladı. Bu durum ise sosyolojik olarak kültür etkileşimi dediğimiz olguyu meydana getirdi.

Kültürler arası etkileşim esas itibârı ile bütün insanları kapsayıcı ve kuşatıcı olması bakımından herhangi bir sorun oluşturmaksızın, her topluma yeni değerler ve kazanımlar sağladı. Etkileşim içerisinde olan topluluklar olumsuz yönleri olmakla birlikte ağırlıklı olarak birbirlerini olumlu şekilde etkilediler. Her topluluk kendi tarihi tecrübesi, kendi imkanlarını ve yarattığı maddi ve manevi unsurları farklı insan toplulukları ile paylaştı ve kültürel zenginlikler oluşmaya başladı. Her millet başka milletlere birçok kazanç sağladı.

İnsan topluluklarının tarihi süreçteki bu etkileşimleri, o toplumlar için kendi öz kültürlerini ve geleneklerini kaybetmek ve kendi özüne yabancılaşmak gibi bir durumu asla söz konusu etmedi. Çünkü etkileşimin sağladığı kültürel zenginlik ve yeniliklere yâni kazanımlara karşılık her toplum kendi öz kültür ve geleneklerini bir şuur ile taşımaya devam ettiler. Kendi geleneksel kültürlerini kendi nesillerine miras bıraktılar. Bu sebeple bu etkileşim kültürel yozlaşma ve yabancılaşmayı doğurmadı.

Aydınlanma” ve “Sanayi Devrimi” gibi tarihi süreçleri meydana getiren ve alt yapısını hazırlayan zihinlerin yarattığı “emperyalizm” ve “kapitalizm” gibi kavramlar tamamı ile insanlara yönelik bir proje olarak evrensel bir ortak kültür oluşturma süreci içerisinde işledi. Özellikle sömürgecilik faaliyetleri dünya üzerinde ortak bir kültür oluşturmak için gerekli zemini hazırladı.

Yukarıda bahsini etiğimiz “Emperyalizm” ve “Kapitlaizm” telakkisi, dünya üzerinde yaşayan birbirinden kültür ve inanç bakımından farklı olan bütün insan toplumlarını ortak bir kültür ile birleştirdi. Yazımızın en başında ifâde ettiğimiz toplumlar arası kültürel farklılık yâni zenginlik ortadan kayboldu.

Emperyalist” ve “Kapitalist” felsefe ve politikalara sahip olan köklü aile ve devletler evrensel kültürü bir proje olarak geliştirdiler ve dünya üzerinde tek hâkim bir kültür oluşturmak için gereken bütün şartları sağladılar. Ortak kültür aynı zamanda “ortak bir pazar” demektir; fakat bahsini ettiğimiz mâlum devlet ve ailelerin ortak kültür ile sahip olmak istedikleri asıl kazanç sadece ekonomik kazanım değildi. Asıl tutkulu bir şekilde sahip olmak istedikleri şey Dünya üzerinde yaşayan bütün insanları kendi istedikleri şekilde kendi politikaları ile yönlendirebilmekti. Bu nedenle evrensel, ortak bir kültür oluşturdular. Çünkü bütün insanların ortak bir kültüre, ortak bir bilince sahip olmaları demek onları rahatlıkla yönlendirilebilir ve kontrol edilebilir kılmaktaydı. Farklı kültür ve farklı şuurda olan toplumları topyekun yönlendirmek kolay değildir.

Farklı kültür ve bilinçteki toplumları yönlendirmek için her toplumun ihtiyaçlarını, tarihi tecrübelerini, psikolojik ve sosyolojik durumlarını iyi bir şekilde bilmek ve tanımak gerekmektedir. Dünya üzerinde birbirinden farklı din, kültür ve insan toplumu olması hasebiyle bu kadar çok farklı kültürü yönlendirmek kolay değildir. İşte bu nedenledir ki evrensel bir kültür oluşturularak bütün insanlar, bütün toplumlar tek tipleştirildi. İnsanların milliyeti, yaşadığı coğrafya farklı olmasına rağmen sahip oldukları kültür, yaşadıkları kültürel hayat aynı oldu. Artık bugün Doğu ve Batı arasında ciddi kültürel farklar bulmak mümkün değildir.

Bir Çinli’nin canı kurufasulye çekmez, bir Türk’ün canı da herhangi bir Çin yemeği çekmez; fakat Türk’ün de, Çinli’nin de iştahı “hamburger” ve “pizza” çekebilir. İşte bu tahlil, yukarıda ifâde ettiğimiz gerçekliği açık ve net bir şekilde ortaya koymaktadır.

Evrensel yâni ortak kültür bizi tek tipleştirip, kendi özgün kültürel değerlerimizden koparıp kolay ve rahat yönlendirilebilir bir toplum hâline gelmemizi sağlamıştır. Biz toplum olarak mâalsef küresel sistemin söz sahiplerinin ve dünyanın sayılı köklü zengin ailelerinin oyuncağı haline geldik. Bizi adeta bir robot gibi programlanabilir bir hale getirdiler. Sosyolojik ve psikolojik dinamiklerimizle oynadılar ve oynamaya da devam ediyorlar.

Yukarıda vurguladığımız tehlikeli durumdan kurtulmak yâni kolay yönlendirilebilir ve kontrol edilebilir bir millet olmamak için yapmamız gereken şey kendi özümüze, kendi tarihi tecrübemize, maddi ve manevi değerlerimize dönmemiz ve kendi kültürel kodlarımıza sahip çıkmamız gerkmektedir.

Sadece ve sadece milli ve bizden olana taraf olmalıyız. Dil ve tarih başta olmak üzere bütün kültürel mirâsımızı sahiplenmeli ve gelecek nesillerimize aktarılması için hassasiyet göstermeliyiz. Bu durumun ciddiyetinin farkında olup gerekli bütün tedbirleri devlet ve millet olarak almak zorundayız. Devletimiz gerekli politikalar ile önlemler almalı, eğitim kurumlarımızda milli kültürümüzün yaşaması ve devamlılığı için gerekli eğitim verilmelidir. Verilecek bu eğtimi sağlamak  aynı zamanda her bir bireye, ailelere ve toplum olarak hepimize bir görev olarak düşmektedir. Bu durum bizim milli felsefemiz olmalıdır. Bizim milli davamız ve meselemiz olarak her zaman gündemimizde olmak zorundadır.

Umut Güner

Tarihçi yazar Umut Güner, Ortaçağ Tarihi, Siyaset ve İktidar Felsefesi ile Politik Kuramlar alanlarında ihtisas çalışmaları yürütmektedir.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu